13 Şubat 2012 Pazartesi

"ENAYİ" STEPNE :))

Türkan Şoray'ın "Sultan" filmini hatırlar mısınız?

Filmde, 4 çocuklu dul bir kadını canlandıran Türkan Şoray'ın, birbirinden tatlı ve yaramaz olan 4 çocuğundan 3 ü erkektir. Erkeklerden ortanca olanı bir gün okuldan eve dönerken yolda sahipsiz,başıboş bir köpek bulur ve onu eve getirir. Çocuğun önlüğü, üstü başı leş gibidir. Belli ki okuldan çıkınca arkadaşlarıyla maç yapmış, dönerken de bu köpeği bulmuştu. Kabahati yetmiyormuş gibi bir de eve sokaktan köpek getirmekte neyin nesiydi. Annesinden saklamaya çalışsa da (annelerden hiç bir şey saklanamayacağı için :))) ) pek de başarılı olamaz. Başlarda karşı çıksa da çocuklarının ısrarına dayanamayan anne, köpeğin evde kalmasına razı olur. Sıra köpeğe isim bulmaya gelince çocuklarının bulduğu ismi beğenmeyip "sen Fedai, sen Recai, sen Hüdai bu da olsa olsa bu eve geldiğine göre Enayi" diyerek isim krizine son noktayı koyar.


10 Şubat 2012 Cuma

PLAY,REC :))

        Nedense aklıma geldi bugün iş yerinde çalışırken.

      
      Şimdiki çocuklar, hele de 2000 sonrası doğan kuşak bilgisayarsız ve cep telefonsuz bir hayatı bilmiyor. Hatta anlattığın zaman bön bön bakıyorlar insana. Kendini bir kabahat işlemiş zannediyorsun o zaman, o bakışlara maruz kalınca. Ne yapıyordunuz, nasıl yaşıyordunuz diyorlar haliyle. Çok zor buna cevap vermek. Sahi şimdilerde cep telefonundan ulaşamadığımız arkadaşımıza, kardeşimize, sevgilimize, yakınlarımıza sinirlenip neden ulaşamadığımızın hesabını sorarken; hiç aklınıza geliyor mu-çok değil-15 sene önce bu insanlara nasıl ulaşıyorduk diye. Randevusuna geç kalan sevgilimizi 5 dk. bekleyemeden hemen telefona sarılıp nerde kaldın diye hesap soran arkadaşlara lafım. Teknolojiye fazlasıyla ayak uydurduk. Uydurmak zorundayız zaten.Ama biraz da olsa artık mazi diye tabir ettiğimiz yılları hatırlamak yüzümüzde tebessüme dönüşse  fena mı olur?


     Cep telefonu ve bilgisayarların hayatımıza girişi başka bir yazının konusu olabilir. Bu yazımda 90 lı yıllarımıza damgasını vuran teyplerimizi, müzik setlerimizi, walkmanlerimizi süsleyen kasetlerden bahsetmek istiyorum.

       Mp3 süz yıllardı o yıllar... bir müzikçalara yüzlerce şarkının sığmadığı... istediğiniz şarkıyı istediğiniz an dinleme olanağı bulunmadığı yıllar...ola ki bir şarkıyı çok beğendiniz ve bir daha dinlemek istediniz kasedi başa sarmanız gerekecekti.O da işkenceydi zaten. Şarkının başını kaçırmamak için sürekli teypin düğmesine çat çut basıp sarmayı durdurur dinlerdik. Eğer istediğimiz yere gelmemişse haydaaa bir daha başa sar. Ondan sonra da zaten keyfiniz kaçar dinlemiyorum ulan deyip kapatırsınız. 







    Hele bir de kasetin içindeki manyetik bant bozulmuşsa ve teypin makarasına dolaşmışsa offf hiç çekilmez. Bir saat manyetik bantı makaradan ayırmak ömür kısaltır sinirden yemin ediyorum. Sonra kasedi çıkarıp deliklerine kurşun kalem sokup sarardık dışarıda kalan manyetik bantı içeri alabilmek için.



















    Cd de veya mp3 te olduğu gibi sevmediğiniz şarkıyı anında geçme lüksümüz yoktu. O yüzden kaset sarmak muhteşem bir icattı. Üstelik en fazla dinleyeceğiniz şarkı 10-14  adet arasında değişirdi. 


      Kaset A ve B olmak üzere iki taraflı çalışırdı. Şarkıların yarısı A yüzünde yarısı B yüzünde olurdu. A yüzü bitince kasedi çevirir B yüzünü takardık. Genelde bandrol olan kısım A yüzüdür ve A yüzünde hele de en başlarda sanatçının en sağlam şarkıları olurdu. B yüzünde ise sonlara doğru dandik, kolpa şarkılar olurdu ki bu bile kalemle kaset sarmayı haklı kılacak sebeplerdendir. 


     Eğer sevdiğimiz bir sanatçı ise ve şarkısını dinlemek istiyorsak kaset alırdık ya da daha önceden para verip almış bir yakınımızdan rica eder, ödünç alır, boş bir kasete kopyalardık(Tabiri caizse çekerdik). Tabi bunun için iki kaset çalarlı bir teybiniz olmalıydı. Orijinal kaseti çalarken diğer kasetçaların kayıt tuşuna basarak bütün kaseti kaydederdik. En güzel özelliği üzerine tekrar tekrar kayıt yapılmasıydı. (Bu arada sevdiğimiz şarkıların listesini yapıp kasetçiden karışık kaset doldurttuğumuzu belirtmeden geçemeyeceğim)


   Kasetin üst kısmında sağda ve solda bulunan küçük tırnakları kırınca tekrar kayıt yapmazdı ve biz bunu keşfettiğimizde bunun nasıl bir teknoloji olduğunu kestirememiş olsakta vay ulan adamlar nasıl yapmış demekten kendimizi de alamamıştık.Ama tekrar kayıt yapılmasın diye tırnakları kırıp sonra bir şekilde karar değiştirmişseniz onunda çaresi vardı. O minik çukurlara kağıt teperek çukurları doldururduk. Böylelikle tekrar istediğiniz kadar kayıt yapabilirdiniz. 

       Kasetler 45 lik 60 lık 90 lık olmak üzere ayrılırlardı.

      Genelde sanatçılar 45 lik kaset çıkarırdı. Orijinal bir kaset almışsam heyecanla ambalajını açar kapak yazılarını okurdum, hatta içinde şarkı sözleri de olurdu hemen ezberlerdik sözleri.




Coşkun Sabah, Ayhan Aşan, Sinan Özen,Nejat Alp, Arif Susam, Ümit besen, Cengiz Kurtoğlu...




















" Bu akşam içimde hüzüüün varrr gözümde canlandı anılaaaarrr"la Coşkun Sabah,"nikahına beni çağıırr sevgilimm"le Ümit Besen, " pardon bir dakika bakar mısınız? ben sizi bir yerden tanır gibiyim...terkedip gitmişti seneler önceee..." diyerek Arif Susam,"gelin olmuş gidiyorsun","ilk aşkım sevgilim liselim benim"i dinlerken Cengiz kurtoğlu...


Sonra Grup Vitamin favorimdi. 























9 Şubat 2012 Perşembe

MERHABA...

           Merhaba;
           sonunda kendime ait bir blog açmayı başardım.

           Bir iki girizgah cümlesi haricinde,daha çok "hoş bulduk" tadında bir yazı olsun istedim bu.

           Biraz da bize özgü "ulan ilk günden işe mi başlanır" zihniyeti olsa gerek...

        Blogu açarken ne gibi konularda yazılar yazacağımı,hangi konularda paylaşımlarda bulunacağımı tam olarak kafamda kestiremedim.Ama bulurum elbet bir şeyler "hallederiz" deyip kolları sıvadım.İlk olarak her nedense modadan giriş yapmak istedim.

     Kadınlar ile aramızda bariz farklar olduğu aşikar.Çoğu erkek arkadaşın marka takıntısı yoktur herhalde.Oysa kadınlar-hele de evli iseniz vay halinize-sizin belkide maaşınıza tekabül edecek meblağı acımadan(size göre hiç gereği yokken) bir kıyafet için harcayabilir.Evlat acısı gibi çöker içinize.
       
          Hatta "o paraya kırmızı Şahin alırım kızım ben hem de tüplü" diye hayıflanabilirsiniz.Fakat giden para    geri gelmez.Alınmıştır bir kere o kıyafet ve yapacak bir şey yoktur artık.Size düşen kıyafetin fiyatına hürmeten çok beğendiğinizi ve çok yakıştığını söylemek.Kıyafeti nasıl bulduğunuzu sorarlarsa biraz pahalı buldum demeyin!Aman ha!

        Erdil Yaşaroğlu'nun karikatürü konuyu özetler sanırım.

İlk yazı giriş cümlesi gibi olsun.Kısa olsun.
Sağlıcakla kalın...